Yaşını Gösteren Kadınlar: Bu bizim için ‘yeni bir aşk’

İZMİR – 33 kadının yaşlılık üzerine yazdığı mektuplardan oluşan ‘Yaşını Gösteren Kadınlar / Yaşlanmanın Feminist Deneyimi’ kitabı, Dipnot Yayınları’ndan çıktı. Feminist hareket çevresindeki, farklı yaş kuşaklarından ve farklı şehirlerde yaşayan kadınların mektuplarından oluşan kitap, kadınların yaşlanma deneyimlerini feminist bir bakış açısıyla ele alıyor.

Kitapta yaşlılık üzerine söz alan kadınlar, kendi yaşlılıklarını ve yaşlanma deneyimlerini paylaşarak yaşlılığın feminist bir mesele olduğunu görünür kılıyorlar. İki yıllık bir çalışmanın ardından yayımlanan kitap, kadınlarla erkeklerin yaşlanma süreçleri arasındaki farkları ortaya koyarken aynı zamanda tartışmaya açıyor.

Kitabı hazırlayan kadınlardan Hülya Üstün, Hatice Erbay, Gülsen Ülker, Dilek Alıcıoğlu Cömert, Bilgen Tümen ve Aynur Demirdirek’le kitabın hikayesini, kadınların yaşlılık dönemlerinde karşı karşıya kaldığı sorunları ve kadın ve erkek cinsiyetleri arasındaki farklılıkların yaşlanma süreçlerine etkilerini konuştuk.

‘HEPİMİZ FEMİNİST HAREKETİN İÇİNDEN GELİYORUZ’

Öncelikle sizden bu kitabın ortaya çıkış hikayesini dinleyelim. Kitabınıza neden ‘Yaşını Göstermeyen Kadınlar’ adını koydunuz?

Bilgen Tümen: Yaşlılık ve kadın yaşlılığı Hülya Üstün’ün uzun zamandır aklında olan ve zaman zaman kendi aramızdaki sohbetlerde dile getirdiği bir konuydu. Kadın yaşlılığı üzerine çalışma fikrini ve kitap düşüncesini bize anlattı ve kendi içimizde büyüyen bir heyecanla “Evet, biz bunu yapmalıyız” diyerek yola koyulduk. Öncelikle bol bol konuştuk, sohbet ettik. Kişisel deneyimlerimizi, gözlemlerimizi başımızdan geçenleri paylaştıkça sorularımız ve merakımız ve tabii farkındalığımız da arttı. Kitabı hazırlayanlar olarak hepimiz feminist hareketin içinden geliyoruz. Ancak ne yazık ki bugüne kadar kadınların yaşlanma süreçlerinin, bu süreçte yaşadıkları zorlukların, cinsiyete dayalı ayrımcılıkların, yaşlılıkta aldığı özgün hallerin neredeyse hiç konuşulmadığını fark ettik. Konuşulmadığı gibi pek yazılmamıştı da… Yaşlılıkla ilgili epey kaynak olsa da feminist gözle yazılmış yazılar az. Oysaki yaş ilişkileri ve yaşlılık ‘feminist bir mesele’. Bu nedenle okuyabildiğimiz her yazıyı okuduk ve üzerine düşünüp, tartıştık. Sonra yavaş yavaş kitap fikri olgunlaşmaya başladı. 40 yaş üstünden 80’lere kadar çeşitli yaştan feminist kadına yaşlanmayla ilgili düşüncelerini, deneyimlerini bizimle paylaşmaları için kaleme aldığımız bir mektupla çağrıda bulunduk.

Kitabın adına gelecek olursak, hepimiz bu çalışmanın ruhunu yansıtacak bir adı olsun istedik. Sanki yaşımızı göstermemiz çok kötü bir şeymiş gibi kadınlara en çok “Yaşını hiç göstermiyorsun” şeklinde ‘iltifat’ edildiğini hepimiz biliyoruz. Bunun üzerinden fikir uçuşması yaparken, meydan okuyan ve bu klişeyi tersyüz eden, ‘Yaşını Gösteren Kadınlar’ı bulduk ve çok sevdik.

‘KADINLAR 40 YAŞINA GELİNCE KORKULARI ARTIYOR’

Kitabınız sizin mektubunuza cevap veren kadınların mektuplarından oluşuyor. Mektupları yazan isimleri belirlerken nasıl bir yol izlediniz? Farklı yaşlardan kadınları seçmenizin nedeni nedir? Neden paylaşımlarını bir mektup olarak yazmalarını istediniz?

Dilek Alıcıoğlu Cömert: Mektup yazacak kadınları feminist hareket içinden gelen yol arkadaşlarımız arasından belirlemek istedik. Çünkü bu konuya feminist bakış açısıyla yaklaşıyorduk. Fakat yine de feminist harekette çok fazla kadın olduğu için bu da zordu tabi. Deneyimlerini aktarmasını isteyeceğimiz kadınların feminist hareketin çeşitli dönem ve çevrelerinden olması önemliydi. Kadınların yaşadıkları yerler de önemliydi; bu nedenle farklı şehirler olmasına özen gösterdik. Türkiye’de kadınlar 40 yaşına gelince aynı yaştaki erkeklere göre yaşlı muamelesi görüyorlar. Artık birçok şey için geç bir yaş olduğu algısı toplumsal olarak çok hakim ve bu nedenle kadınlar 40 yaşına gelince korkuları artıyor. Biz bu korkuların da çok önemli olduğunu düşündük ve yaş aralığını 40 yaş ve üstü kadınlar olarak belirledik. Yaş dağılımını da yine kendi içinde dengeli tutmaya çalıştık. Yaşlılığın her devresinin deneyimlerini yansıtmak için değişik yaş evrelerini gözettik.

Bu konu çok konuşulup, tartışılmış olmadığı ve feminizm hep deneyimlerden yola çıktığı için deneyim aktarımının en iyi, en rahat ve günlük dilde nasıl aktarılabileceğine kafa yorduk. Sonuçta mektup formunun bunun için çok uygun olduğuna karar verdik. Çünkü yakınlık duyduğumuz birine mektup yazarken duygularımızı ve yaşadıklarımızı çok daha rahat ve samimi olarak ifade edebiliyoruz. Sonrasında kadınlardan, “Teori kesmeyeceğime çok memnun oldum”, “Yönteme bayıldım” gibi geri dönüşler de yerinde bir karar verdiğimizi bize gösterdi.

Yaşını Gösteren Kadınlar-Yaşlanmanın Feminist Deneyimi, Kolektif, 200 syf., Dipnot Kitap, 2024.

‘BU KİTAPLA TANIKLIKLARI KAYIT ALTINA ALMAYI İSTEDİK’

Kitabınızda yaşlılığın “feminist bir mesele” olduğunu vurguluyorsunuz. Bu kitapla feminizme dair neyi amaçladınız? Çalışma grubunuzun adı “Yeni Bir Aşk”, “yeni aşk”tan neyi kastediyorsunuz?

Hatice Erbay: Yaş ve cinsiyet ayrımcılığı, bir araya geldiğinde biz kadınlar kendimizi daha zor ifade eder duruma geliyoruz, korkularımız endişelerimiz ve karşılaştığımız zorluklar daha da artıyor. Kadınların yaşı ve yaşlılığıyla ilgili olumsuz bakış ve tanımlamalar bizim yaşadığımız ülkede gerçekten çok acımasız ve ağır. Bu nedenle doğal olan yaşlanma süreci, sorunlu ve kaçınılan bir hal alıyor. Yani yaşlılık konusundan ve yaşlılığın kendisinden kaçmamızın nedenleri öyle hafif nedenler değil. Ama kaçmakla da çözümlenmiyor işte. Bu nedenle öncelikle amaçlarımızdan biri bunu konuşmak, konuşulabilir kılmak ve bu konudaki farkındalığı artırmak.

Yaşlılığın toplumsal cinsiyetli oluşu, kadınlar olarak eşitsiz yaşlanmamız, bu meselenin feminist politikaya içkin olduğunu ortaya koyuyor. Dilek’in de dediği gibi feminizm hep kadınların deneyiminden yola çıktı. Biz de bu kitapla bu deneyimi, tanıklıkları kayıt altına almayı istedik, bunu amaç edindik. Ancak elbette bu da yetmez… Asıl istediğimiz, bu tanıklıklarla birlikte, feminist politikaya ilişkin çıkarımlar yapmak, “kadın yaşlılığı” ve bununla ilgili kavramlar üzerine feminist tartışmalar yürütmek ve bizi güçlendirecek politikalar geliştirmek.

Biz kadınların, bize yönelen yaş/yaşlı ayrımcılığı ile mücadelemiz aslında patriyarkaya ve kapitalizme karşı politik bir eylemlilik, bir karşı duruş. Çünkü bu mücadeleyle bize yöneltilen olumsuzlukları, dayatmaları değiştirebilir, tanımlamaları alt üst edebiliriz. İşte bu bizim için “yeni bir aşk”, yani yeni tartışmalar, yeni bir bakış açısı, yeni bir mücadele alanı. Bu duygularla grubumuzun adı bu oldu.

Bu konuda biraz olsun yol alabilmek, her yaştan kadının, kadınlara yapılan yaşlı ayrımcılığına karşı durmasıyla, kadın dayanışmasını buradan da kurmasıyla mümkün olabilir. Bu kitabın, korkularımızdan kurtulup, kendimize olan güvenimizi artırması, kadınların farklı yaş ve yaşlılık süreçlerinde daha güçlü hale gelmesini sağlayarak feminist mücadeleyi büyütmeye katkı vermesini umuyoruz. Bundan sonra bu konuda farklı tartışmalar, farklı yerlerde çoğalarak devam edecektir. Tabii ki bunu kaçınılmaz bir durum olarak görüyorum.

‘KADIN YAŞLILIĞINA İLİŞKİN ÖNYARGILAR ÜRETİLİYOR’

Sizin okumalarınıza ve gözlemlerinize göre Türkiye’de yaşlı nüfusun büyük bir kısmını oluşturan kadınların yaşlılık dönemlerinde karşı karşıya kaldığı en önemli sorunlar neler?

Aynur Demirdirek: Türkiye, geleneksel kadın ve erkek cinsiyet rollerinin keskin biçimde tanımlandığı ve sürekli yeniden üretildiği toplumlardan biri. Daha gençken hatta çocukluğundan itibaren cinsiyete dayalı ayrımcılığa uğrayan kadınlar yaşlılığında hem bunların sonuçlarını yaşıyor hem de yaşa bağlı yeni ayrımcılık türleriyle karşılaşıyor. Kadınlar, erkeklerden daha uzun yaşıyor fakat çok büyük bir kısmı, “görünmeyen” emeğiyle yaşamını sürdürüyor ama emekli olamıyor. Yoksullaşma, yalnızlık, sağlık sorunları artıyor. Emekli ya da emekli olamamış kadınlar da yaşlılıklarında yeni sorumluluklar üstleniyor, bakım emeği vermeye devam ediyor.

Erkek yaşlılığı siyasette, yönetimde olgunlukla, birikimle anılırken ve onlara alan açılırken kadınların yaşlılığına aynı biçimde bakılmıyor. Erkeklerin çekiciliğinin ve cinselliğinin yaşlılıkta devam ettiği, kadınların ise cinsel çekiciliğinin bittiği, cinsel hayatlarının olmayacağı varsayımı kadın yaşlılığına ilişkin önyargılar üretmeye devam ediyor…

Peki, feminist gerontoloji yaklaşımına göre kadın ve erkek cinsiyetleri arasındaki farklılıklar yaşlanma süreçlerine nasıl etki ediyor?

Feminist perspektifle yaşlılığı düşünmenin, feminist gerontoloji yaklaşımının kritik noktası şu: Yaşlılığı, kadınların yaşlanma deneyimlerini dışlamadan ve kadınların yaşamları boyunca maruz kaldıkları ayrımcılıklarla ilişkisini koparmadan ele alması. Feminist gerontolojinin yaklaşımında, “kadın yaşlılığının daha olumlu, daha güzel ve daha güçlenerek yaşanması için ne yapabiliriz?” sorusunun yanıtını aramaya çağrı var. Diğer yandan yine ‘yaşlılık’ öncesine, doğumumuzdan itibaren patriyarkanın kadınlara biçtiği rollerin dönüştürülmesi mücadelesine davet var.

‘AKTİF YAŞLILIK’ GİBİ POPÜLİST KAVRAMLAR SUNULUYOR’

Patriyarka ve kapitalizm kadının var oluşunu sosyal ve politik ortamda belirlerken yaşlılıkta da bu durumun devam ettiğini görüyoruz. Bu çalışmayla birlikte sizin dikkatinizi çeken en çok neler oldu? Patriyarkanın ve kapitalist sistemin yüklediği kadın yaşlılığı kodları konusunda size göre daha çok neler öne çıkıyor?

Gülsen Ülker: Öncelikle bu konuda bir devamlılığın olduğunu söylemek gerekir. Cinsiyetlere yüklenmiş anlamlar ve cinsiyet rolleri, doğduğumuzdan itibaren hayatlarımızı belirliyor. Dolayısıyla yaşlılığımızda karşımıza çıkanlar önceden bildiklerimizin, yaşadıklarımızın yeni halleri. Bu bir bezginlik yaratacak gibi görünse de aslında karşı çıkma gücünü de besleyen, güçlendiren bir alan yaratma potansiyeline sahip. Toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında karşılıksız emeği dikkate aldığımızda karşımıza en çok kadınların bu kez torun bakmak üzere görevlendirilmesi çıkıyor. Torun ile ilişki, sevgiyle o kadar sarmaş dolaş bir durum ki kimse aksine bir şey söylemese bile birçok kadın için tersini düşünmek zorlayıcı olabiliyor. Üstelik ekonomik zorunluluklar, yaygın ve güvenli bir kamusal hizmet ağı olmamasından dolayı yaşamsal önem kazanan torunlara bakmayı reddetmek hiç kolay olmuyor. Bir diğer konu da ‘güzellik’ üzerine binlerce yıldır oluşmuş olan algıyla birlikte kadınların ‘güzel’ olması kabulü. Yine ‘güzelliğin gençlikle özdeş tutulması. Bu “güzellik ve gençlik” kavramlarının tüm bir hayatın içinde belirleyici olması, kapılar açtıran, kapatan bir güce sahip olmasının yanı sıra “yarışılan” bir alan olması. Bu da kadınların yaşlanmaya başlaması ile birlikte bunu gizleyecek, üstünü örtmeye yarayacak, genç gösterecek bir kozmetik evreninin ortaya çıkmasını sağlıyor.

Ekonomik ve sosyal hakların, şu ana kadar az da olsa elde edilmiş imkanların gitgide ortadan kaldırılmasına yönelik politikaların sonuçlarını hem kadın yoksulluğunda hem de kadınların artan iş yüklerinde görüyoruz. Sadece torunlar değil, aynı zamanda daha yaşlı aile bireylerinin, hasta olanların bakımı da kadınların üstünde. Kapitalist sistemde bu alanlardaki kamu harcamaları kısıtlanırken belirli bir geliri olanlar içinse değişik aktiviteler, geziler gibi uygulamalar ‘başarılı yaşlılık’ ‘aktif yaşlılık’ gibi popülist kavramlarla sunulmaya, giderek daha çok alan kaplamaya başlıyor.

‘BAZEN EPEY YARALAYICI OLABİLİYOR’

‘Yaşlılığın Feminizmi’ başlıklı giriş yazınızda “Her konuya yaş, yaşlılık açısından bakma ve anlama çabasıyla yaklaşınca bizim de karşı karşıya olduğumuz yaş ve yaşlı ayrımcılığının ne kadar derin ve kadınlara yönelen kısmının ise ne kadar acımasız olduğunu gördük” diyorsunuz. Buna ilişkin gözlemlerinizi anlatır mısınız?

Hülya Üstün: Neredeyse günün her saati, her mekânda, her durumda, her yerde kadınların maruz kaldığı yaşlı ayrımcılığına ilişkin bir farkındalığınız oluşmuşsa yandınız… Normalleşmiş, görünmez kılınmış, yaşlılara saygı-hürmet kılıfları altında yaşatılan bu ayrımcılık -siz içinizden, aklınızdan bu davranışların, söylemlerin nedenini nasılını bilseniz bile- bazen epey yaralayıcı olabiliyor.

Çoğu yaşlı kadının karşı karşıya olduğu yoksulluk, ihmal, psikolojik ya da fiziksel şiddetten birini ya da birkaçını hepimiz yaşıyoruz; kitapta anlatılmış ‘şahane’ hikayeler var. Örneğin Ankara’daki feminist gece yürüyüşünde başıma geleni anlatayım: Bitişik nizam polis bariyerleriyle çevrilmiş küçücük alana girmek için arama noktasına sakin sakin geldim, arama yapacak olan polis “Buraya mı, mitinge mi geldiniz?” diyerek, soran gözlerle bana baktı. Polis, yaşlıyım diye mitinge gelişimi test ediyordu. Sadece bana değil, yürüyüşe gelen diğer yaşlı kadınlara da benzer tavrı gösterdiklerine eminim. Mesela bize hep denildiği gibi “Geç, buyur, gel teyzecim” deseydi daha iyiydi…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir